DON KİŞOT VE HUKUK MESELESİ
Dikkat! Bu yazı kitap tahlili içerir.
“İnsan, uğruna hayatını feda etmeyi kabul
ettiği projenin büyüklüğüyle asil olur. Don Kişot’un ana mesajı işte budur: Bir
adamın kalitesi kanına değil, amacına bağlıdır. Hakiki asalet, faziletten
ibarettir.”
Yazıldığı
dönemden asırlar sonra bile gündelik hayatın deyişlerinde kendine yer edinen
sembol bir roman: Mançalı Don Kişot! Nitekim, Roger Garaudy onu “yaşanmış bir
şiir” olarak tasvir ediyor. Bu yazıda, Don Kişot kahramanı çerçevesinde Miguel
de Cervantes’in hukuk meselesini Roger
Garaudy’nin Yaşanmış Şiir Don Kişot kitabını
baz alarak değerlendirmeye çalışacağız.
Esasen
roman, Cervantes’in macera dolu hayatıyla beraber ele alındığında gerçek
anlamını kazanıyor. Cervantes, 1571’de Osmanlı donanması ile Haçlı donanması
arasında yapılan ve Osmanlı donanmasının yenilgisiyle sonuçlanan İnebahtı
savaşına, İspanya’nın Yenilmez Armada denilen donanmasının 1588’de İngilizlere
feci şekilde mağlup oluşuna, İspanya’daki Mağriplilerin sürgün edilişine ve
“safkan” kanunlarının insanlara yönelik zulmüne tanıklık eden bir isim. Hazır
Don Kişot’ta hukuk meselesi demişken ve safkan kanunlarının adını da
zikretmişken açıklayalım: Müslümanların ve Yahudilerin toplu sürgüne tabi
tutulduğu o dönemde, “safkan” veya “temiz kan belgesi” adında bir belge
aranıyordu. Yani, kişi devlette göreceği bir işi için kendisinin Yahudi veya
Mağripli/Müslüman olmadığını, öz be öz İspanyol kanı taşıdığını ispatlayan bir
belge sunmak zorundaydı. Bu belgenin
modern dünyanın Avrupa’sında da zımnen arandığını söylemek çok da zor olmasa
gerek.
Cervantes
üzerine en kapsamlı tahlilleri ortaya koyan Americo Castro, Don Kişot’un Batı
tarihinin dar ufku içinde değerlendirildiğinde tam manasıyla anlaşılamayacağını
belirtiyor. Garaudy de, tam olarak bu sözden hareketle kitabında Don Kişot’u
hepimize ait olduğu iddiasında olan evrensel değer yargılarıyla ölçüp
biçiyor.
Garaudy’nin,
bugün çoğu insanın, kendince boş hayaller peşinde koştuğunu düşündüğü kişilere
yönelttiği eleştirinin baş argümanı olan “Don Kişotluk” deyişine esaslı bir
itirazı var. Bu öyle bir itiraz ki, kendimize şiar edinmekten imtina
edemiyoruz:
“İdeal hakikatten daha gerçek; efsane, tarihten daha doğrudur. Gerçek doğru, hayata bir anlam kazandırır, yeni bir hayatın temelini atar. O yüzden Don Kişot, Jül Sezar’dan daha fazla gerçektir. Jül Sezar benim için nedir? Sadece, tarih adı verilen kitaplarda var olan biri. Don Kişot ise, sanki sahte gerçeğe meydan okurcasına, hayatımızda hep yaşar ve her an yeniden doğar.”
“İdeal hakikatten daha gerçek; efsane, tarihten daha doğrudur. Gerçek doğru, hayata bir anlam kazandırır, yeni bir hayatın temelini atar. O yüzden Don Kişot, Jül Sezar’dan daha fazla gerçektir. Jül Sezar benim için nedir? Sadece, tarih adı verilen kitaplarda var olan biri. Don Kişot ise, sanki sahte gerçeğe meydan okurcasına, hayatımızda hep yaşar ve her an yeniden doğar.”
Kitabı
okurken, Garaudy bizi sık sık romandan koparıp kendi hayatımıza, kendi hukuk
meselemize yöneltiyor. Bunu da popüler tabiriyle aforizma denen o sarsıcı
cümleleriyle yapıyor: “Bir adamın değeri
nereden geldiğine değil, nereye gittiğine bağlıdır. Gerçek, zor işlere ya Tanrı
adına, ya dünya adına, ya da her ikisi adına girişildiğine göre, gayeyle ve o
gayeye yönelen kişinin kalitesiyle yakından ilgilidir.”
Cervantes’in
Don Kişot ile ortaya koymak istediği hukuk meselesinin sacayaklarından birini
Seyyid Hamid bin Engeli oluşturuyor. Cervantes, Don Kişot’un sadece ikinci
yazarı olduğunu söyleyerek, Arap tarihçi Seyyid Hamid bin Engeli tarafından
yazılmış La Mancha’lı Don Kişot’un hikayesini Toledo’nun Yahudi mahallesinden
satın aldığını ve Kastilyalı bir Morisko’ya tercüme ettirdiğini anlatıyor. Cervantes,
Engizisyon İspanya’sında kendi hukuk meselesini iletmek için suflöre mecburdu.
Garaudy’e göre de, Cervantes, Seyyid Hamid bin Engeli’yi birinci yazar,
kendisini de sadece mütercim yaparak ve yeri geldiğinde ona itiraz ederek, onu
yalancılıkla suçlayan ifadeler kullanarak, kendisine çok daha geniş bir hareket
alanı sağlamıştır.
Özetle;
Cervantes’i, Don Kişot’u çağdaşlarından farklı kılan ve belki de Seyyid Hamid
bin Engeli perdesini kullanmasına asıl sebep olan şey; Batı’da iki bin yıldan
daha fazla süregelen bir gelenekten koparak, insanı Tanrı’dan ve nesnelerden,
süjeyi objeden ayırmamasıdır. Garaudy’nin bu kitapta Don Kişot romanı üzerinden
yaptığı da pozitivizme karşı bir iman çağrısıdır. Garaudy’nin bu her birine
derin birikimini ektiği cümlelerle kaplı kitabında, Cervantes’in Don Kişot
aracılığıyla bize sunduğu hukuk meselesini “ayinsiz,
dogmasız, bir Kilise’nin aracılık etmediği temel ve ilk inancı yeniden bulma
arayışı” olarak gördüğünü
söyleyebiliriz.
Hepimiz
her gün, kanıyla soyuyla değil de gayeleriyle asil olan bu adamın ortaya
koyduğu eylemle yeni baştan yazdığı gerçek gibi, kendi gerçeğimizi ortaya
koymak istemiyor muyuz? Bizim kendi hukuk meselemiz de Don Kişot’unkiyle aynı
değil mi?
Don
Kişot’luğu bir eleştiri olarak algılayan bir toplum yerine, bir mertebe olarak
gören, gayeleriyle asil olan bir toplum dileğiyle...
“Eylem
gerçeğin anasıdır ve eylemden hareketle gerçek yeniden inşa edilebilir.
Varlık felsefesine karşı, eylem felsefesi!”
Mustafa
Nazif YILDIZ
19.03.2016
Kıymetli dostum:
YanıtlaSilDon kişotu çocukken okumuştum ama Yaşar Kemal'e 7 tane Don Kişot hediye eden Abidin Dino ya "yanlışlıkla 7 tane koymuşsun" deyince Dino "hayır yavrum o senin baş ucu kitabın, biri kaybolursa diğerini oku" demiş. Bunun üzerine yeniden okuyorum. Kitapta Seyyid Hamid bin engeli'i araştırınca sizin yazınızı gördüm. Çok beğendim maşallah bin barekallah. Sizin yazınızdan da Roger graudy'in yazdıklarını görünce daha çok şaşırdım. Bu yüzden size teşekkür için yazıyorum. Kaleminize sağlık. Teşekkürler.