23 Mart 2016 Çarşamba

AVUKAT ADAYLARININ ADLİYE STAJI VE HUKUK MESELESİ

Dikkat! Bu yazı yaşanmışlık içerir!

Ülkemizde avukatlık mesleğine başlayabilmek için zorunlu tutulan bir yıllık staj süresinin 6 aylık kısmını adliye stajı oluşturuyor. Ben de henüz tamamlamış bulunduğum adliye stajını ve bu süreç içerisinde edindiğim bilgileri, kazanımlarımı bu yazı vasıtasıyla gözden geçirmek istedim.

ü  Adliye stajınıza başlanamadan önce çevrenizde yaşanan bilgi akışı çoğu zaman bir bilgi kirliliği yaratır. Efendim bilmem kaçıncı icra mahkemesi hakiminin tüyünüze, sakalınıza karıştığından tutun da şu savcının her gün sizden bir ödev hazırlamanızı istediğine kadar söylentiler.  Bu noktada başkahramanımız stajyere düşen, kendisi için yararlı olabilecek bilgilerin içerisindeki hurafeleri ayırt etmektir.
B  Kazanım : Farklı kaynaklardan edinilen bilgilerin doğruluğunu tartarak muhakeme gücünü arttırmak

ü  Adliye stajı boyunca 15 gün- 1 ay – 1.5 ay gibi sürelerle çeşitli mahkemelerde staj görülür. Komisyonun sizi atayacağı her yeni mahkemede, hakimin o mahkemeye ayrılan staj süresi boyunca duruşmaları size zorunlu tutup tutmayacağı kendi insiyatifindedir. Bu noktada stajyere düşen, her yeni mahkemeye geçişte karşısındaki bu durumla yaşamaya alışmaktır.
B  Kazanım  :  Hayatta karşılaşılabilecek belirsizliklerle mücadele etmeyi öğrenme yolunda sağlam bir ilk adım atmak

ü  Yine komisyonun sizi atadığı yeni mahkemenizde, bazen kalemle bazen de direkt mahkeme hakimi ile stajınızı gerçekleştirme şekliniz görüşülür. Burada püf nokta,  özellikle serbest avukatlık dışında idealleri olan stajyer için, yapılacak bu görüşmelerde niyetin belli edilmesidir. Sınavlara hazırlanan bir stajyer, sınavlara hazırlandığını bir hakime söylediği zaman bunun kendisine yapacağı olumlu/olumsuz etkiyi ölçüp biçmek zorundadır. Zira beş parmağın beşi de bir olmayacağı için yaklaşımlar farklı olabilecektir.
B  Kazanım  :  İnsan tepkilerini önceden tartabilme, tanılama, tahmin yürütme becerileri ile sezgi gücünün geliştirilmesi

ü  Özellikle adliye stajının son bölümünde, bazı hakimler, stajyeri duruşmalara değil fakat sadece her gün imza atmaya çağırabilecektir. Bu noktada stajyere düşen, iletişim numarasını da staj evrakı ile birlikte bıraktığı mahkeme kalemini mütemadiyen ve aksatmadan ziyaret etmek, bir büroda çalıştığından bahisle her gün gelemeyeceğini söylemekten ise imtina etmesidir.
B  Kazanım  :  Belli bir işi kendisine söylenildiği üzere düzenli bir şekilde yaparak ve bir süre sonra sorgulamaktan vazgeçerek hayatının geri kalanında yapacağı işlerle de ilgili olarak istikrar kazanmak

ü  6 aylık adliye stajının çeşitli uzunlukta farklı mahkemelerde görülen her bir dilimine geçerken değişim yapılması öngörülmüştür. Mahkeme değişimi sırasında bazı kalemler stajyer evrakını kendileri gönderirken bazıları bu işi stajyer vasıtasıyla yapacaklardır. Bu noktada stajyere düşen görev, devam etmekle yükümlü olduğu gün sayısınca imzası olduğuna dikkat edip gecikmeden mahkeme değişimini yapmaktır.
B  Kazanım  :  Hukuk gibi sürelerle var olan bir alanda başarılı olabilmek adına gerçekten mühim olan zamanlama becerisinin geliştirilmesi

ü  Stajınızın adliyeye ayrılan 6 aylık kısmının son gününe geldiğinizde içinizde yeni bir döneme-avukat yanı stajı-başlayacak olmanın heyecanı yeşerecektir. İşte staj bitim gününde yaşayacaklarınız, bu heyecanı yatıştırmakta oldukça etkili olacaktır. Staj bitim günü stajyer için üç farklı güzergah ve bu güzergahlar içerisinde sayısı birden beşe kadar değişebilen duraklar belirlenmiştir. Bu noktada stajyere düşen görev, mesai saatleri bitmeden başarılı bir şekilde devam ettiği adliye stajını bitirdiğini kanıtlayabilmektir. Sanıldığından daha zor olan ve belki de adliye stajının en çetrefilli yanını oluşturan staj bitimi günü, bunun yanında stajyere birçok katkıda bulunacaktır. Stajının son bölümünü gerçekleştirdiği mahkemedeki evrakının o mahkemeye ait komisyona ve ardından genel komisyona gidip gitmediğini kontrol etmek stajyere bırakılmış olup, bir evrakın mahkemeler arası izleyeceği yol ve yaklaşık varış süresi, stajyeri resmi makamların iş yürütme konusundaki uzmanlığı hakkında bilgilendirecektir.
B  Kazanım  :  Mahkemeler arası muhabere işlemi hakkında bilgilenerek ileride etkin şekilde yer alınacak bürokrasi sürecine alışma ve katılım gösterme

Fakültede en severek aldığım ders Hukuk ve Edebiyat’ın hocası Doç.Dr.Saim Üye vasıtasıyla daha yakından tanıma fırsatı bulduğum Franz Kafka şöyle diyordu: "Eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki?"
Bir nazire iddiasında bulunmamakla birlikte ben de şu sözlerle yazımı tamamlamak istiyorum: Eğer tamamladığınız bir staj sizi, size çoğu defa manasız gelen işleri yapmak zorunda bırakmıyor ve meslek hakkındaki düşüncelerinizin bir yanılgıdan ibaret olduğunu ortaya koymuyorsa, niye o stajı yapmaya zahmet edesiniz ki?

Bürokrat için insanca ilişkiler değil, yalnızca nesne ilişkileri vardır. İnsan evrağa dönüşür. Evrağa verilen sayı ile belirgin kılınan, ölmüş bir varlık olarak evrağın akışına girer. Bu varlık, şahsen çağrıldığı zaman bile bir kişi değil, yalnızca 'olay'dır. 'Konu' ile ilgili olmayan ne varsa akıp gitmiştir. Resmi dairelerin koridorları aşağılanma kokar. Sigara içmek kesinlikle yasaktır. Bu yasağın kapsamına soluk almak da girer. Buna karşılık yürek çarpıntısına izin vardır, dahası çarpıntı olması istenen bir şeydir. Her türlü ümit uçup gider. Kapıdan kapıya gönderilen kişiye suçluluk duygusu aşılanır. Buraya giren, yalnızca bir vizite kağıdı ya da pasaportunun uzatılmasını istese bile kendini suçlu duyumsar. En iyi olasılıkla bir dilek sahibidir, aslında ise suçludur...”[1]




                                                                                 



                                                                        Mustafa Nazif YILDIZ
                                                                                 23.03.2016












[1] Franz Kafka-Aforizmalar

19 Mart 2016 Cumartesi

DON KİŞOT VE HUKUK MESELESİ

Dikkat! Bu yazı kitap tahlili içerir.

“İnsan, uğruna hayatını feda etmeyi kabul ettiği projenin büyüklüğüyle asil olur. Don Kişot’un ana mesajı işte budur: Bir adamın kalitesi kanına değil, amacına bağlıdır. Hakiki asalet, faziletten ibarettir.”


Yazıldığı dönemden asırlar sonra bile gündelik hayatın deyişlerinde kendine yer edinen sembol bir roman: Mançalı Don Kişot! Nitekim, Roger Garaudy onu “yaşanmış bir şiir” olarak tasvir ediyor. Bu yazıda, Don Kişot kahramanı çerçevesinde Miguel de Cervantes’in hukuk meselesini Roger Garaudy’nin Yaşanmış Şiir Don Kişot kitabını baz alarak değerlendirmeye çalışacağız.

Esasen roman, Cervantes’in macera dolu hayatıyla beraber ele alındığında gerçek anlamını kazanıyor. Cervantes, 1571’de Osmanlı donanması ile Haçlı donanması arasında yapılan ve Osmanlı donanmasının yenilgisiyle sonuçlanan İnebahtı savaşına, İspanya’nın Yenilmez Armada denilen donanmasının 1588’de İngilizlere feci şekilde mağlup oluşuna, İspanya’daki Mağriplilerin sürgün edilişine ve “safkan” kanunlarının insanlara yönelik zulmüne tanıklık eden bir isim. Hazır Don Kişot’ta hukuk meselesi demişken ve safkan kanunlarının adını da zikretmişken açıklayalım: Müslümanların ve Yahudilerin toplu sürgüne tabi tutulduğu o dönemde, “safkan” veya “temiz kan belgesi” adında bir belge aranıyordu. Yani, kişi devlette göreceği bir işi için kendisinin Yahudi veya Mağripli/Müslüman olmadığını, öz be öz İspanyol kanı taşıdığını ispatlayan bir belge sunmak zorundaydı. Bu belgenin modern dünyanın Avrupa’sında da zımnen arandığını söylemek çok da zor olmasa gerek.

Cervantes üzerine en kapsamlı tahlilleri ortaya koyan Americo Castro, Don Kişot’un Batı tarihinin dar ufku içinde değerlendirildiğinde tam manasıyla anlaşılamayacağını belirtiyor. Garaudy de, tam olarak bu sözden hareketle kitabında Don Kişot’u hepimize ait olduğu iddiasında olan evrensel değer yargılarıyla ölçüp biçiyor. 

Garaudy’nin, bugün çoğu insanın, kendince boş hayaller peşinde koştuğunu düşündüğü kişilere yönelttiği eleştirinin baş argümanı olan “Don Kişotluk” deyişine esaslı bir itirazı var. Bu öyle bir itiraz ki, kendimize şiar edinmekten imtina edemiyoruz:
“İdeal hakikatten daha gerçek; efsane, tarihten daha doğrudur. Gerçek doğru, hayata bir anlam kazandırır, yeni bir hayatın temelini atar. O yüzden Don Kişot, Jül Sezar’dan daha fazla gerçektir. Jül Sezar benim için nedir? Sadece, tarih adı verilen kitaplarda var olan biri. Don Kişot ise, sanki sahte gerçeğe meydan okurcasına, hayatımızda hep yaşar ve her an yeniden doğar.”

Kitabı okurken, Garaudy bizi sık sık romandan koparıp kendi hayatımıza, kendi hukuk meselemize yöneltiyor. Bunu da popüler tabiriyle aforizma denen o sarsıcı cümleleriyle yapıyor: “Bir adamın değeri nereden geldiğine değil, nereye gittiğine bağlıdır. Gerçek, zor işlere ya Tanrı adına, ya dünya adına, ya da her ikisi adına girişildiğine göre, gayeyle ve o gayeye yönelen kişinin kalitesiyle yakından ilgilidir.”

Cervantes’in Don Kişot ile ortaya koymak istediği hukuk meselesinin sacayaklarından birini Seyyid Hamid bin Engeli oluşturuyor. Cervantes, Don Kişot’un sadece ikinci yazarı olduğunu söyleyerek, Arap tarihçi Seyyid Hamid bin Engeli tarafından yazılmış La Mancha’lı Don Kişot’un hikayesini Toledo’nun Yahudi mahallesinden satın aldığını ve Kastilyalı bir Morisko’ya tercüme ettirdiğini anlatıyor. Cervantes, Engizisyon İspanya’sında kendi hukuk meselesini iletmek için suflöre mecburdu. Garaudy’e göre de, Cervantes, Seyyid Hamid bin Engeli’yi birinci yazar, kendisini de sadece mütercim yaparak ve yeri geldiğinde ona itiraz ederek, onu yalancılıkla suçlayan ifadeler kullanarak, kendisine çok daha geniş bir hareket alanı sağlamıştır.

Özetle; Cervantes’i, Don Kişot’u çağdaşlarından farklı kılan ve belki de Seyyid Hamid bin Engeli perdesini kullanmasına asıl sebep olan şey; Batı’da iki bin yıldan daha fazla süregelen bir gelenekten koparak, insanı Tanrı’dan ve nesnelerden, süjeyi objeden ayırmamasıdır. Garaudy’nin bu kitapta Don Kişot romanı üzerinden yaptığı da pozitivizme karşı bir iman çağrısıdır. Garaudy’nin bu her birine derin birikimini ektiği cümlelerle kaplı kitabında, Cervantes’in Don Kişot aracılığıyla bize sunduğu hukuk meselesini “ayinsiz, dogmasız, bir Kilise’nin aracılık etmediği temel ve ilk inancı yeniden bulma arayışı”  olarak gördüğünü söyleyebiliriz.

Hepimiz her gün, kanıyla soyuyla değil de gayeleriyle asil olan bu adamın ortaya koyduğu eylemle yeni baştan yazdığı gerçek gibi, kendi gerçeğimizi ortaya koymak istemiyor muyuz? Bizim kendi hukuk meselemiz de Don Kişot’unkiyle aynı değil mi?
Don Kişot’luğu bir eleştiri olarak algılayan bir toplum yerine, bir mertebe olarak gören, gayeleriyle asil olan bir toplum dileğiyle...

“Eylem gerçeğin anasıdır ve eylemden hareketle gerçek yeniden inşa edilebilir.

Varlık felsefesine karşı, eylem felsefesi!”




                                                                                               Mustafa Nazif YILDIZ
                                                                                                        19.03.2016