26 Ekim 2021 Salı

GÖSTERİ TOPLUMUNDA AVUKATLAR VE AVUKATLIK MESELEMİZ

Dikkat! Bu yazı malûmun ilâmı mahiyetindedir!

Bu blogun varlığını dahi unutmuşken, uzun bir süredir görüşmediğim arkadaşımın avukatlık stajına dair yazımdan bahsetmesi ve bir okuyucunun Don Kişot'a dair Mart 2016 tarihli yazıma Eylül 2021'de yapmış olduğu yorumu fark etmem üzerine, yeniden bir şeyler karalamaya karar verdim. Modern medya şahsi blogların nefesini keseli çok oldu ama büyük bir kitleye ulaşma hedefi olmayan benim gibiler için burası hala bir kürsü.   

Avukatlık stajının işlevsizliğine dair yazdığım yazının üzerinden tam 5.5 yıl geçmiş. Avukatlık mesleği objektif olarak o günkünden çok daha geride. Artık mesleğime dair yazma zamanı gelmiş, hatta geçiyor. Avukatlığa dair pek çok şeyi yitirmişken, hissettiğim sorumluluğun yükünü hafifletmenin sırasıdır. Bu yazı genç bir avukatın muhalefet şerhi, arkadaş ortamında fısıldadıklarını biraz yüksek sesle mırıldanışıdır. 
 
Avukatlık mesleğini icra edenlerin kemiyetinden bahis açmayacağım, bu konuda yeterince kelam edildi. (Zaten bu konu esasen Türkiye'nin eğitim meselesine dair olduğundan çok daha geniş bir çerçevede ele alınmayı gerektirir.) İtirazım; mesleğin yapılış biçimine, sunuluş şekline, avukatlık cübbesine paket ambalajı muamelesi yapılmasınadır.  
 
Hayatımızın her alanında bayağılaşmanın ve çürümenin etkilerinin ziyadesiyle hissedildiği aşikar. Ancak bir mesleğin yüz yıllar içinden süzülerek gelen kurallarının bu kadar çiğnenmesi şaşılacak şey. Avukatlar şüphesiz gösteri toplumunun epeydir aktörleri. Ama bu denli alçaldılar mı, bilinmez. Gelin bir avukatın geçtiği safhalara birlikte göz atalım.
 
Bir avukat adayının, gelecekteki mesleğiyle karşılaştığı ilk an avukatlık stajıdır. İşte o ilk anda stajyerin öğrendiği yazılı olmayan kurallardan birisi giyim-kuşamına önem vermesi gerektiğidir. Böylece kot-gömlek yerini takım elbiseye bırakırken, stajyerin insanca muamele görmesinin yolu da açılmıştır. Kravatı olan bir stajyer içinse bir dosya inceleyebilmek işten bile değildir. Stajyerin gösteri sahnesine attığı bu ilk adım, onun zihninde pek çok şeyin berraklaşmasını sağlar. Onun hayatında usul esasa takaddüm edecektir artık.

Gösteri sahnesindeki yolculuğuna, başındaki incitici sıfatı atarak devam eden avukat, bir ofis düzme işine girişir. Bir avukatlık ofisinin olmazsa olmaz parçaları vardır. Avukat, tıpkı bir televizyon programı yarışmacısı gibi her durakta satın alması gereken eşyaları bir araya getirmeye başlar. Kendisini işinin ehli gösteren (!) bu objelerin tamamlanmasından sonraysa sıra sosyal medyanın kullanımına gelir. Sahip olunanların sadece ofise gelen müvekkillerce görülmesi yetmez zira. Nitekim ofise gelenler avukatın arabasını görememiştir! Böylece pek bilgilendirici içtihatların yanını arabalı paylaşımlar süsler. Ve son aşama... 5 Nisan Avukatlar Günü'nün yıl dönümü gelir çatar. Avukatımız telefonu eline alır. Ofisinde (veya tozunu attırdığı adliyelerde) cübbeli bir fotoğrafını paylaşır ve altına şunu yazar: "Avukatlar tarih boyu köle kullanmadılar ama hiçbir zaman efendileri de olmadı." İşte şimdi o, gerçek bir avukattır artık. Sahilde okuyormuş gibi yaparak paylaştığı Sokrates'in Savunması kitabından bir sahnede hisseder kendini. Aslında yaptığıysa, bir hakikat arayışını, gösteri sahnesine taşımaktan ibarettir. Yemin ederek aldığı ruhsatına yaptırdığı pahalı çerçevedeki paspartunun kalınlığı kadar uzaktır mesleğine artık "avukat". Ama asıl mesele bu değildir, çünkü unutmaz: Usul esasa takaddüm eder.              

"İktisadın toplumsal yaşam üzerindeki tahakkümünün ilk aşaması, bütün insan gerçekleştirimlerinin tanımlasında var olmaktan sahip olmaya geçen bariz bir bayağılaşmaya yol açmıştır. Toplumsal yaşamın iktisadın birikmiş sonuçları tarafından bütünüyle işgal edildiği bugünkü aşama ise sahip olmaktan gibi görünmeye doğru genel bir kaymaya neden olmuştur."

İşte avukat; gibi görünendir. Zengin gibi görünen, dışa dönük, çevresi geniş gibi görünen, kibar gibi görünen... En acısı da bilgili gibi görünen...
 
Ne diyordu fikir üreten şair günümüz için:  
"Reklam ve propaganda, kendi başına değer, iş ve eser olmuştur. Klasik anlayışa göre, eser veya iş, kendi kendisini tanıtır, kendini yine kendisi anlatır, başkasının anlatımına ihtiyaç yoktur. İş ve eser sabırlıdır. Bilineceği ve anlaşılacağı günü beklemeyi bilir. Eser, çevresine, kendiliğinden, varoluşunun gereği olarak gittikçe yayılan bir tesir yapacaktır. Bu tesir yeterlidir. Varolmak tesir etmektir. Varolmak reklam ve propagandadır. Yapılanı övmek, iş ve eser verme ahlakına aykırıdır...."   
Soruyorum bazen kendime; avukatlık reklam yasağı yürürlükte midir? Tatbikini göremediğimiz bir kanunun mer'iyetinden bahsolunabilir mi? Bu kuralın yürürlükte olmasına rağmen uygulanamaması avukatlık camiasında bir "anomi" durumu doğuruyor. Bu anomi karşısında bir kısım avukatlar Merton'un davranış kalıplarından "geri çekilme"yi seçiyor. Böylece sosyal darwinizmin ilkeleri işliyor. Bilgisinin yeterliliğiyle çevresine tesir eden avukat yavaş yavaş yerini, ceza mahkemesinde vekil olarak düşürüldüğü etkisiz durumu göz ardı ederek, olağan bir yargı sisteminde lafı dahi edilmeyecek tahliyeyi kendi başarısıymış gibi sunup sosyal medyada paylaşan avukata bırakıyor.   
 
Aklıma geliyor öyle; aynı sıfatı taşıdıklarımız, aynı koridorun pisliğini yuttuklarımız kasten veya taksirle bize karşı ihanet içindeyse; hak mıdır eleştiri, yoksa vazife mi? 
"Herkes kendi yarattığı eserlerin ürünüdür ve edilgenlik eken edilgenlik biçer."
Ne yazık ki avukatlık can çekişiyor. Bu çığlıkları ise belli desibel altındaki seslere hassas canlılar gibi yalnızca diğergâm insanlar duyabiliyor. Gerçekleri hasır altı ederek keseceği serbest meslek makbuzunun peşinde mesleğini kaybedenler ise insanlıktan çıkarak birer yürüyen vekalet ücretine dönüşüp onları yutmaya çalışıyor! 

Mustafa Nazif Yıldız

26.10.2021 

.....................................................................................................................................

Dipnot1: Metinde akademik yazım kurallarına riayet etme gereği hissetmedim. Metin içinde sahibi    zikredilmeden yapılmış alıntılar Debord ve Karakoç'a aittir. Alıntılarda kullanılan vurgular bana aittir. (Yazarın vurguların kendisine ait olduğunu vurgulamasına bayılıyorum.)

Dipnot2: Bu metinde eleştirilen hususlardan bir veya birkaçını gerçekleştirmiş bir avukat olarak yazdığımın farkındayım. Kendimi eleştirilerin bir kısmının haricinde tutmuyorum.

Dipnot3: Bu yazı, bünyesinde barındırdığı eleştiriyle çelişik de olsa sosyal medya hesaplarımdan duyurulacaktır. Kim bilir, belki de okuyanlar için bu yazı, sosyal medyanın yeni bir anlamıyla kullanılacağı dönemi başlatır.


23 Mart 2016 Çarşamba

AVUKAT ADAYLARININ ADLİYE STAJI VE HUKUK MESELESİ

Dikkat! Bu yazı yaşanmışlık içerir!

Ülkemizde avukatlık mesleğine başlayabilmek için zorunlu tutulan bir yıllık staj süresinin 6 aylık kısmını adliye stajı oluşturuyor. Ben de henüz tamamlamış bulunduğum adliye stajını ve bu süreç içerisinde edindiğim bilgileri, kazanımlarımı bu yazı vasıtasıyla gözden geçirmek istedim.

ü  Adliye stajınıza başlanamadan önce çevrenizde yaşanan bilgi akışı çoğu zaman bir bilgi kirliliği yaratır. Efendim bilmem kaçıncı icra mahkemesi hakiminin tüyünüze, sakalınıza karıştığından tutun da şu savcının her gün sizden bir ödev hazırlamanızı istediğine kadar söylentiler.  Bu noktada başkahramanımız stajyere düşen, kendisi için yararlı olabilecek bilgilerin içerisindeki hurafeleri ayırt etmektir.
B  Kazanım : Farklı kaynaklardan edinilen bilgilerin doğruluğunu tartarak muhakeme gücünü arttırmak

ü  Adliye stajı boyunca 15 gün- 1 ay – 1.5 ay gibi sürelerle çeşitli mahkemelerde staj görülür. Komisyonun sizi atayacağı her yeni mahkemede, hakimin o mahkemeye ayrılan staj süresi boyunca duruşmaları size zorunlu tutup tutmayacağı kendi insiyatifindedir. Bu noktada stajyere düşen, her yeni mahkemeye geçişte karşısındaki bu durumla yaşamaya alışmaktır.
B  Kazanım  :  Hayatta karşılaşılabilecek belirsizliklerle mücadele etmeyi öğrenme yolunda sağlam bir ilk adım atmak

ü  Yine komisyonun sizi atadığı yeni mahkemenizde, bazen kalemle bazen de direkt mahkeme hakimi ile stajınızı gerçekleştirme şekliniz görüşülür. Burada püf nokta,  özellikle serbest avukatlık dışında idealleri olan stajyer için, yapılacak bu görüşmelerde niyetin belli edilmesidir. Sınavlara hazırlanan bir stajyer, sınavlara hazırlandığını bir hakime söylediği zaman bunun kendisine yapacağı olumlu/olumsuz etkiyi ölçüp biçmek zorundadır. Zira beş parmağın beşi de bir olmayacağı için yaklaşımlar farklı olabilecektir.
B  Kazanım  :  İnsan tepkilerini önceden tartabilme, tanılama, tahmin yürütme becerileri ile sezgi gücünün geliştirilmesi

ü  Özellikle adliye stajının son bölümünde, bazı hakimler, stajyeri duruşmalara değil fakat sadece her gün imza atmaya çağırabilecektir. Bu noktada stajyere düşen, iletişim numarasını da staj evrakı ile birlikte bıraktığı mahkeme kalemini mütemadiyen ve aksatmadan ziyaret etmek, bir büroda çalıştığından bahisle her gün gelemeyeceğini söylemekten ise imtina etmesidir.
B  Kazanım  :  Belli bir işi kendisine söylenildiği üzere düzenli bir şekilde yaparak ve bir süre sonra sorgulamaktan vazgeçerek hayatının geri kalanında yapacağı işlerle de ilgili olarak istikrar kazanmak

ü  6 aylık adliye stajının çeşitli uzunlukta farklı mahkemelerde görülen her bir dilimine geçerken değişim yapılması öngörülmüştür. Mahkeme değişimi sırasında bazı kalemler stajyer evrakını kendileri gönderirken bazıları bu işi stajyer vasıtasıyla yapacaklardır. Bu noktada stajyere düşen görev, devam etmekle yükümlü olduğu gün sayısınca imzası olduğuna dikkat edip gecikmeden mahkeme değişimini yapmaktır.
B  Kazanım  :  Hukuk gibi sürelerle var olan bir alanda başarılı olabilmek adına gerçekten mühim olan zamanlama becerisinin geliştirilmesi

ü  Stajınızın adliyeye ayrılan 6 aylık kısmının son gününe geldiğinizde içinizde yeni bir döneme-avukat yanı stajı-başlayacak olmanın heyecanı yeşerecektir. İşte staj bitim gününde yaşayacaklarınız, bu heyecanı yatıştırmakta oldukça etkili olacaktır. Staj bitim günü stajyer için üç farklı güzergah ve bu güzergahlar içerisinde sayısı birden beşe kadar değişebilen duraklar belirlenmiştir. Bu noktada stajyere düşen görev, mesai saatleri bitmeden başarılı bir şekilde devam ettiği adliye stajını bitirdiğini kanıtlayabilmektir. Sanıldığından daha zor olan ve belki de adliye stajının en çetrefilli yanını oluşturan staj bitimi günü, bunun yanında stajyere birçok katkıda bulunacaktır. Stajının son bölümünü gerçekleştirdiği mahkemedeki evrakının o mahkemeye ait komisyona ve ardından genel komisyona gidip gitmediğini kontrol etmek stajyere bırakılmış olup, bir evrakın mahkemeler arası izleyeceği yol ve yaklaşık varış süresi, stajyeri resmi makamların iş yürütme konusundaki uzmanlığı hakkında bilgilendirecektir.
B  Kazanım  :  Mahkemeler arası muhabere işlemi hakkında bilgilenerek ileride etkin şekilde yer alınacak bürokrasi sürecine alışma ve katılım gösterme

Fakültede en severek aldığım ders Hukuk ve Edebiyat’ın hocası Doç.Dr.Saim Üye vasıtasıyla daha yakından tanıma fırsatı bulduğum Franz Kafka şöyle diyordu: "Eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki?"
Bir nazire iddiasında bulunmamakla birlikte ben de şu sözlerle yazımı tamamlamak istiyorum: Eğer tamamladığınız bir staj sizi, size çoğu defa manasız gelen işleri yapmak zorunda bırakmıyor ve meslek hakkındaki düşüncelerinizin bir yanılgıdan ibaret olduğunu ortaya koymuyorsa, niye o stajı yapmaya zahmet edesiniz ki?

Bürokrat için insanca ilişkiler değil, yalnızca nesne ilişkileri vardır. İnsan evrağa dönüşür. Evrağa verilen sayı ile belirgin kılınan, ölmüş bir varlık olarak evrağın akışına girer. Bu varlık, şahsen çağrıldığı zaman bile bir kişi değil, yalnızca 'olay'dır. 'Konu' ile ilgili olmayan ne varsa akıp gitmiştir. Resmi dairelerin koridorları aşağılanma kokar. Sigara içmek kesinlikle yasaktır. Bu yasağın kapsamına soluk almak da girer. Buna karşılık yürek çarpıntısına izin vardır, dahası çarpıntı olması istenen bir şeydir. Her türlü ümit uçup gider. Kapıdan kapıya gönderilen kişiye suçluluk duygusu aşılanır. Buraya giren, yalnızca bir vizite kağıdı ya da pasaportunun uzatılmasını istese bile kendini suçlu duyumsar. En iyi olasılıkla bir dilek sahibidir, aslında ise suçludur...”[1]




                                                                                 



                                                                        Mustafa Nazif YILDIZ
                                                                                 23.03.2016












[1] Franz Kafka-Aforizmalar

19 Mart 2016 Cumartesi

DON KİŞOT VE HUKUK MESELESİ

Dikkat! Bu yazı kitap tahlili içerir.

“İnsan, uğruna hayatını feda etmeyi kabul ettiği projenin büyüklüğüyle asil olur. Don Kişot’un ana mesajı işte budur: Bir adamın kalitesi kanına değil, amacına bağlıdır. Hakiki asalet, faziletten ibarettir.”


Yazıldığı dönemden asırlar sonra bile gündelik hayatın deyişlerinde kendine yer edinen sembol bir roman: Mançalı Don Kişot! Nitekim, Roger Garaudy onu “yaşanmış bir şiir” olarak tasvir ediyor. Bu yazıda, Don Kişot kahramanı çerçevesinde Miguel de Cervantes’in hukuk meselesini Roger Garaudy’nin Yaşanmış Şiir Don Kişot kitabını baz alarak değerlendirmeye çalışacağız.

Esasen roman, Cervantes’in macera dolu hayatıyla beraber ele alındığında gerçek anlamını kazanıyor. Cervantes, 1571’de Osmanlı donanması ile Haçlı donanması arasında yapılan ve Osmanlı donanmasının yenilgisiyle sonuçlanan İnebahtı savaşına, İspanya’nın Yenilmez Armada denilen donanmasının 1588’de İngilizlere feci şekilde mağlup oluşuna, İspanya’daki Mağriplilerin sürgün edilişine ve “safkan” kanunlarının insanlara yönelik zulmüne tanıklık eden bir isim. Hazır Don Kişot’ta hukuk meselesi demişken ve safkan kanunlarının adını da zikretmişken açıklayalım: Müslümanların ve Yahudilerin toplu sürgüne tabi tutulduğu o dönemde, “safkan” veya “temiz kan belgesi” adında bir belge aranıyordu. Yani, kişi devlette göreceği bir işi için kendisinin Yahudi veya Mağripli/Müslüman olmadığını, öz be öz İspanyol kanı taşıdığını ispatlayan bir belge sunmak zorundaydı. Bu belgenin modern dünyanın Avrupa’sında da zımnen arandığını söylemek çok da zor olmasa gerek.

Cervantes üzerine en kapsamlı tahlilleri ortaya koyan Americo Castro, Don Kişot’un Batı tarihinin dar ufku içinde değerlendirildiğinde tam manasıyla anlaşılamayacağını belirtiyor. Garaudy de, tam olarak bu sözden hareketle kitabında Don Kişot’u hepimize ait olduğu iddiasında olan evrensel değer yargılarıyla ölçüp biçiyor. 

Garaudy’nin, bugün çoğu insanın, kendince boş hayaller peşinde koştuğunu düşündüğü kişilere yönelttiği eleştirinin baş argümanı olan “Don Kişotluk” deyişine esaslı bir itirazı var. Bu öyle bir itiraz ki, kendimize şiar edinmekten imtina edemiyoruz:
“İdeal hakikatten daha gerçek; efsane, tarihten daha doğrudur. Gerçek doğru, hayata bir anlam kazandırır, yeni bir hayatın temelini atar. O yüzden Don Kişot, Jül Sezar’dan daha fazla gerçektir. Jül Sezar benim için nedir? Sadece, tarih adı verilen kitaplarda var olan biri. Don Kişot ise, sanki sahte gerçeğe meydan okurcasına, hayatımızda hep yaşar ve her an yeniden doğar.”

Kitabı okurken, Garaudy bizi sık sık romandan koparıp kendi hayatımıza, kendi hukuk meselemize yöneltiyor. Bunu da popüler tabiriyle aforizma denen o sarsıcı cümleleriyle yapıyor: “Bir adamın değeri nereden geldiğine değil, nereye gittiğine bağlıdır. Gerçek, zor işlere ya Tanrı adına, ya dünya adına, ya da her ikisi adına girişildiğine göre, gayeyle ve o gayeye yönelen kişinin kalitesiyle yakından ilgilidir.”

Cervantes’in Don Kişot ile ortaya koymak istediği hukuk meselesinin sacayaklarından birini Seyyid Hamid bin Engeli oluşturuyor. Cervantes, Don Kişot’un sadece ikinci yazarı olduğunu söyleyerek, Arap tarihçi Seyyid Hamid bin Engeli tarafından yazılmış La Mancha’lı Don Kişot’un hikayesini Toledo’nun Yahudi mahallesinden satın aldığını ve Kastilyalı bir Morisko’ya tercüme ettirdiğini anlatıyor. Cervantes, Engizisyon İspanya’sında kendi hukuk meselesini iletmek için suflöre mecburdu. Garaudy’e göre de, Cervantes, Seyyid Hamid bin Engeli’yi birinci yazar, kendisini de sadece mütercim yaparak ve yeri geldiğinde ona itiraz ederek, onu yalancılıkla suçlayan ifadeler kullanarak, kendisine çok daha geniş bir hareket alanı sağlamıştır.

Özetle; Cervantes’i, Don Kişot’u çağdaşlarından farklı kılan ve belki de Seyyid Hamid bin Engeli perdesini kullanmasına asıl sebep olan şey; Batı’da iki bin yıldan daha fazla süregelen bir gelenekten koparak, insanı Tanrı’dan ve nesnelerden, süjeyi objeden ayırmamasıdır. Garaudy’nin bu kitapta Don Kişot romanı üzerinden yaptığı da pozitivizme karşı bir iman çağrısıdır. Garaudy’nin bu her birine derin birikimini ektiği cümlelerle kaplı kitabında, Cervantes’in Don Kişot aracılığıyla bize sunduğu hukuk meselesini “ayinsiz, dogmasız, bir Kilise’nin aracılık etmediği temel ve ilk inancı yeniden bulma arayışı”  olarak gördüğünü söyleyebiliriz.

Hepimiz her gün, kanıyla soyuyla değil de gayeleriyle asil olan bu adamın ortaya koyduğu eylemle yeni baştan yazdığı gerçek gibi, kendi gerçeğimizi ortaya koymak istemiyor muyuz? Bizim kendi hukuk meselemiz de Don Kişot’unkiyle aynı değil mi?
Don Kişot’luğu bir eleştiri olarak algılayan bir toplum yerine, bir mertebe olarak gören, gayeleriyle asil olan bir toplum dileğiyle...

“Eylem gerçeğin anasıdır ve eylemden hareketle gerçek yeniden inşa edilebilir.

Varlık felsefesine karşı, eylem felsefesi!”




                                                                                               Mustafa Nazif YILDIZ
                                                                                                        19.03.2016